KURULUM

METİN

Sedef Hatapkapulu’nun Resim Sergisi Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde.

Millî Reasürans Sanat Galerisi bir sürpriz yaparak, sanat yaşamının 15 yılını Viyana ve Moskova’da geçiren, 2002 yılında İstanbul’a dönen, bu nedenle Türkiye’de sınırlı bir çevrenin dışında pek tanınmayan ressam Sedef Hatapkapulu’yu sanat çevreleri ile tanıştırıyor.

Sedef Hatapkapulu M.S.G.S.Ü Resim Bölümü’nde Neşe Erdok ve Adnan Çoker’den resim eğitimi aldıktan sonra (1983-1986), Avusturya’da Viyana Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde yeniden akademik eğitim gördü ve yüksek lisans yaptı (1987-1994).

Hatapkapulu resim yapmayı yaşamaya benzetiyor; “İlk önce gördüklerim, suyun yüzünde bir an varolan sonra silinen izler diyebilirim. Denize çok yakın bir kuşun kanatlarının suya değdiğinde birbiri ardı sıra suyun yüzünde çıkan, hemen silinen izler gibi. Ancak yok olmuyorlar suyun dibine çöküyorlar. Suyun dibini merak etmiyorum; vurgun yemekten korktuğumdan değil. Düşünürken sözle düşünmüyorum. Renkle, lekeyle, mürekkeple çizerken gidiyorum, dön diyor dönüyorum, kapa diyor kapıyorum, sarı diyor sarı, pembe diyor pembe. Tanımadığım bir yerde çıkabilir. Bilmediğimi bilmiyorum; tanıştığıma memnun olursam kalıyorlar.” Sonra yeri ve zamanı geldiğinde tuvalin başında “vurgun yemek korkusu” içinde suyun derinliklerine doğru zorlu bir serüven başlıyor. Bu aynı zamanda “bilinmeyene” bir yolculuk. Derinlerdeki izlerin tortuları, sanatçıya göre “yüzde yüz gerçek”, en iyi bildiği dilde bir resim olarak ortaya çıkıyor.

Hatapkapulu yüzeydeki izleri, bir an için görünen ve kalemdeki mürekkep kuruyana kadar kağıt üzerine, kısa süreli ancak çok yoğunlaşarak aktarılan imler olarak tanımlıyor. Ancak tuval başında, özellikle büyük tuvallerde derinlerdekini ortaya çıkarırken “mürekkep kadar hızlı” olamıyorsunuz. Resim bir yola girmiş giderken, “yarı yolda ne yapacağınızı unutuyorsunuz”, resim başka bir yola giriyor. Bir alanı boyarken, o andaki kendinizden uzaklaşıyorsunuz”, sanki başka bir “beniniz” resminize başka bir rengi yakıştırıyor. Sonuçta bir noktada resim “bitiyor”. Sonra karşısındaki resimle “tanışıyor”, memnun kalırsa “resim” resim oluyor.

Sanatçı bu aşırı yoğunlaşma sürecinde, imlerin kaydedildiği kağıtla, tüm “tortuların” şekillendiği tuvalin “görüntüleri değişik olsa da içeriklerinin aynı olduğunu” söylüyor; “Suyun yüzündeki izler aslında en derindeki izlerle aynıdır. İnsanın ilk içinden geçen, uzun yolculuktan sonra da vardığıdır aslında. Ya da yüzde yüz gerçek olan, dipte oturmuş tortuyla taşın suyun yüzeyine değdiği andaki ilk iz birbirine eşit gibidir. Yani gerçek suya değdiği anla dipte oturduğu an birbiri ile aynı aslında, hiç değişmiyor”. Her resmi onun içindeki başka bir “ben”le tanışması gibi.

Avusturya’da öğrenim görürken Viyana, Brixen (İtalya) ve İstanbul’da karma sergilere katılan sanatçı ilk kişisel sergisini, eğitimini tamamladıktan sonra, 1997 yılında Viyana’da açtı. Daha sonra Moskova (1999), İstanbul’da (2002, 2003, 2005) sergiler düzenledi.

Millî Reasürans’ta düzenlenen sergi sanatçının ilk kapsamlı kişisel sergisi oluyor. Bu özgün ve Türkiye için “genç, yeni ve coşkulu” ve ilerde kendisinden çok söz edilmesi hiç de sürpriz olmayacak sanatçının eserleri 6-31 Mart 2007 tarihleri arasında izlenebilir.

ESERLER

BASINDAN