Hak ve hukuk sorunu aşılmıştır artık: Başak Bugay’ın maketlerinde, bebeklerinde, her biri tıpatıp kendisine benzeyen, her biri bir diğerinin hatırası olan bir soy, bir zengin soyu kalmamıştır artık. Belirli bir soyun, bir sınıfın ya da bir tanrının izi sürülememekte, kimse soyunu kanıtlayamamaktadır. Kimsesiz, isimsiz, soysuz, yüzsüz anonim bebeklerdir bunlar: hatıraları anonimdir. Sahipli olanlar imgelerdir ölüm sahipsizdir. Başak Bugay, soysuzluğun bebeklerini dikmiş, yüzsüzlüğün maskesini pişirmiştir. Kaybın, yitimin, yokluğun kederiyle soluk alırlar. Sahibi olmadıkları bir şeyi, aldığımızda sahiplenemeyeceğimiz bizlere verirler.
(...)
Başak Bugay güzellemeden, yüceltmeden, kanmadan, anlam yüklemeden, maketleri ve bebekleriyle oyun oynamanın gerçeğini suratımıza çarpıvermiştir: oyuna adım atmak, oyuna girmek, oyun olmayan bir şeyin taklididir ve imago ve persona gerektirir. Doğru yerde doğru takılan bir maske, doğru sürülen bir iz, unuttuğumuzun farkında bile olmadığımız şeyleri bize hatırlatabilir. Atalara tapınacağına atalara nasıl tapınmış olduğumuzu bize açabilir. En basit bezden bebekler üzerinden sanat (imge/ kültür/ siyaset/ hukuk) tarihlerini okunur kılınabilir. Bugay’ın işleri, bebekler üzerinden tarihe doğru iz sürmemizi sağlayan birer geçit olabilir.
Hastalık ve ölüm mekanlarına bakar gibi artık içinde kimsenin yatmadığı, çarşafları buruşmuş yataklar, kötü bir aydınlatmayla pis bir tuvalet, terkedilmiş bir sofra: tuvalet, gözetlenmeyen tek umumi yerdir. İnsan sadece mezarda ve tuvalette gözetlenmemektedir.