KURULUM

METİN

Hak ve hukuk sorunu aşılmıştır artık: Başak Bugay’ın maketlerinde, bebeklerinde, her biri tıpatıp kendisine benzeyen, her biri bir diğerinin hatırası olan bir soy, bir zengin soyu kalmamıştır artık. Belirli bir soyun, bir sınıfın ya da bir tanrının izi sürülememekte, kimse soyunu kanıtlayamamaktadır. Kimsesiz, isimsiz, soysuz, yüzsüz anonim bebeklerdir bunlar: hatıraları anonimdir. Sahipli olanlar imgelerdir ölüm sahipsizdir. Başak Bugay, soysuzluğun bebeklerini dikmiş, yüzsüzlüğün maskesini pişirmiştir. Kaybın, yitimin, yokluğun kederiyle soluk alırlar. Sahibi olmadıkları bir şeyi, aldığımızda sahiplenemeyeceğimiz bizlere verirler.

(...)

Başak Bugay güzellemeden, yüceltmeden, kanmadan, anlam yüklemeden, maketleri ve bebekleriyle oyun oynamanın gerçeğini suratımıza çarpıvermiştir: oyuna adım atmak, oyuna girmek, oyun olmayan bir şeyin taklididir ve imago ve persona gerektirir. Doğru yerde doğru takılan bir maske, doğru sürülen bir iz, unuttuğumuzun farkında bile olmadığımız şeyleri bize hatırlatabilir. Atalara tapınacağına atalara nasıl tapınmış olduğumuzu bize açabilir. En basit bezden bebekler üzerinden sanat (imge/ kültür/ siyaset/ hukuk) tarihlerini okunur kılınabilir. Bugay’ın işleri, bebekler üzerinden tarihe doğru iz sürmemizi sağlayan birer geçit olabilir.

Hastalık ve ölüm mekanlarına bakar gibi artık içinde kimsenin yatmadığı, çarşafları buruşmuş yataklar, kötü bir aydınlatmayla pis bir tuvalet, terkedilmiş bir sofra: tuvalet, gözetlenmeyen tek umumi yerdir. İnsan sadece mezarda ve tuvalette gözetlenmemektedir.

(…)

Başak Bugay’ın işleri rahatsızlık vericidir. Bakılmaması, görünmemesi gereken şeylere ve mekanlara baktığımız hissine kapılır, çocukları bu bebekevlerinden korumak istedikçe daha çok yabancılaşırız onlara: aslında korumak istediklerimiz çocuklar değil, kendimizizdir. Yine de kendimizi tutamaz, daha çok bakmak için bir kapağı açar, bir örtüyü kaldırır, bir delikten bakar, bir mahreme sızarız. Değil mi ki baktığımız, bir bebek evidir. Ama değildir. Ölüm insanın mahremidir. ‘Ölümün bize hissettirdiği belirli bir utanma, ölüm anının düşünülemez ve anlatılamaz karakterinden kaynaklanır (…) Nasıl belirli gereksinimlerin tekrarında münasebetsiz bir şeyler varsa, bir kan pıhtısının da birdenbire yaşamı sonlandırabileceği, aynı münasebetsizliktedir.’1 Başak Bugay’ın işlerine baktığımızda mahremi düşünürüz. Cesedi, cenazeyi, çocuğu, kamusalı, oyuncağı, sanat eserini düşünürüz. Müştemilat kapısı gibi bir kapıdan bakınca ölüsü görünmesin diye (gazete kağıdı yerine) beyaz bir örtü serilmiş bir kukla, başı yastıklara gömülü, üstünde battaniyesi yaşlı bir bebek, boy aynası karşısında, dudakları kırmızı, tırnakları ojeli, saçları dökük, bacakları kopuk oyuncak: bir köşeye kaçmış bu insanların saklanma yerlerini ortaya çıkardığımız için suçlu hissederiz kendimizi, rahatsız oluruz. Mahremin cinsellik değil, ölüm olduğu gerçeği irkiltir bizi.

1 Vladimir Jankelevitch, Der Tod, Frankfurt/M., 2017, s. 271.

Zeynep Sayın

ESERLER

KİTAP

Yayınlayan Millî Reasürans T.A.Ş.

1. Baskı, 1000 adet

ISBN 978-605-2391-03-7

Organizasyon Millî Reasürans Sanat Galerisi

Metin Zeynep Sayın

Çeviri Çağdaş Acar

Fotoğraf Burcu Aksoy, Mihriban Demircan

Tasarım Didem Dayı

Baskı öncesi ve baskı Mas Matbaacılık

UYARI

Bu İnternet Sitesi içeriğinde yer alan tüm yayınlar Milli Reasürans Sanat Galerisi'ne ait olup izin alınmaksızın kısmen veya tamamen kopyalanamaz, başka bir yere taşınamaz, her ne şekilde olursa olsun yayımlanamaz ve kaynak gösterilmeksizin kullanılamaz. Bu hususu ihlal eden kişiler hakkında 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan hukuki ve cezai yaptırımlar uygulanarak yasal işlemler başlatılır.

SÖYLEŞİ

BASINDAN