SERGİLER / GEÇMİŞ / MANZARA DÜNYASI

METİN

Jochen Proehl’ün Manzara Dünyası

1 Aralık 2005–7 Ocak 2006 tarihleri arasında izlenebilir.

Sergi için BAUTEK sponsorluğunda Türkçe, Almanca ve İngilizce bir katalog hazırlandı.

Millî Reasürans Sanat Galerisi, sezonu Alman sanatçı Jochen Proehl’ün sergisiyle açıyor. 1967- 74 yılları arasındaki çocukluk ve ilk gençlik yıllarını İstanbul’da geçiren Jochen Proehl, Berlin Sanat Yüksek Okulu’ndan mezun oldu (1988). Sanatsal çalışmalarını sürdürürken, 1996 yılından bu yana Almanya’da çeşitli yüksek okul ve üniversitelerde öğretim görevlisi olarak tasarım, grafik ve desen dersleri verdi. 2003- 2004 yıllarında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde deneysel fotoğrafçılık üzerine bir workshop gerçekleştirdi. Almanya’da kişisel sergi açan Proehl, Avrupa ve Amerika’da karma sergilere katıldı.

Jochen Proehl bir kentsel “manzara” ressamı. Ancak geleneksel manzara ressamı gibi “gözün önündeki” görünüme bakmıyor, onun bakışları yere, toprağa dönük. Kentin bulvarlarında, sokaklarında, boş arsalarında dolaşıyor; gökleri fetheden manzara görüntüleri yerine kazılan ve dışarıya çıkarılan toprak yığınlarına, yerde insana ait uygarlığın ve erozyonun izlerine, bunların yanında toprakta açılmış çukurlara, yerdeki oluşumlara ve suyla dolmuş küçük deliklere bakıyor. Her ne kadar bu yerler insanın kendi yaşam alanındaki dur durak bilmeyen yıkıcılığını belgeliyor, doğaya ait manzaranın “fethedilmiş” ve işe yarayacak biçimde düzenlenmiş tanıklarını oluşturuyor olsa da Jochen Proehl için bu alanlar neredeyse büyülü ve yepyeni dünyalar yaratan bir aura oluşturuyor. Açılan yaralara rağmen ya da bu yaralardan ötürü “sağaltabilecek” gücü ve canlılığı sanat aracılığıyla dile getirilebilecek bir aura.

Jochen Proehl “izleyicinin deneyim dünyasıyla ilişkiye girerken yüzü ileriye dönük bir resim sanatını geçmişte kalmış bir sanatı tekrar etmeden nasıl gerçekleştirebilirim?” diye soruyor ve bu sorusunu, doğa motifini yadsımadan onun çevresinde dolaşan ve bu motifi gizleyen, nesne dünyasına ruh katarak karmaşık bir doğa deneyimi için imgesel bir eşdeğer bulan bir resimle yanıtlıyor. Doğaya ait yakından görüntülenen parçalar, konstrüktif resim disiplinleriyle boya yoğunluklarının karşılıklı olarak birbirini belirlediği, malzemesizleştirilmiş boya- yüzey - kompozisyonlarına dönüşüyor. Bunlar tam anlamıyla ne anlatımcı ne de figüratiftir; ama soyut da değildirler. Şaşırtıcı bir biçimde basit olan bu motiflerde sanatçı doğanın uçsuz bucaklığı için metaforlar bulur. Her ne kadar doğa böylece kesinliğini kaybetse de hiç bilmediğimiz bir bütünlüğe kavuşur. Resimleri, nesnesel dünyanın geleneklerini aşan ve gerçekten de görmesini bilen bir görmeye yönlendiren duyusal ve görsel bir deneyim potansiyelini açığa çıkarır; doğa gözün yaşantılanan bir olayına dönüşür. Heykeltıraş Norbert Kricke’nin bir zamanlar betimlediği gibi “doğa sanatçının aracılığıyla kendi kendine konuşur”.

Jochen Proehl’ün her fırça ya da kalem hareketi nesnenin soyuta taşınması aslında imgenin icat edilmesidir ya da resmin temel sorunsalı açısından şeylerin görünen yüzeyinin ardındaki gerçek doğalarına biraz, bir fırçanın eni kadar daha yakınlaşılmasıdır. Hans-Jürgen Schwalm’in anlatımıyla; “Jochen Proehl’ün tuvallerinde sıkça görüldüğü gibi basit ve göze çarpmayan, hani neredeyse tuvale bile yakışmıyor denebilecek önemsiz bir motif resmetme eyleminin kendiliğinden oluşan jestiyle ressamın jestini tüm özgürlüğüne karşın bağlayıcı şekilde kalıcılaşan bir biçime sokuyor. Işıltılı fırça izleri birbirinin üstüne biniyor, imgenin yüzeyini uzamsal olarak titreştiriyor. Ressamın tuvale boyaları uygulama üslubu, öylece bırakılmış fırça darbeleri, yanılsama yaratan perspektif görüntüyü kırıyor ve yere ait parçayı yüzeye geri katlıyor. Yerde açılmış, hiç göze çarpmayan iki delik aniden dikkatimizi çekiyor, merakımızı uyandırıyor ve bakışımızla düşüncelerimizi bambaşka bir dünyanın dipsiz derinliklerine doğru yönlendiriyor. Jochen Proehl gerçekliği yeni baştan tasarlıyor. Resimleri, resmin gerçek biçimlendirme malzemesi olarak boyanın olanaklarını araştırıyor. Renk şeyleri tanımlıyor, uzamı fethediyor ve imgesel bir yapı yaratıyor. Renk biçimdir ve biçim renktir ya da başka bir deyişle: Renk boyadan kendini yaratır ve biçim alır. Resmeden elin ‘öfkesi’, fırça ya da kalemle tanrılarla iblisleri kovalarken, bunların yerine, her şeyden önce kendi kendisi için özgürleştirilmiş olan ve yüzeyle uzam, boyayla biçim, nesnesellikle soyut, fırçanın imzasıyla ışığın çağrılışı arasında gerilim dolu bir denge oluşturan bir resmin duyusal yaşantısını koyar”.

ESERLER