"Felluce"
“Hiçbir yerde” filmi ve romanları ile tanıdığımız Tayfun Pirselimoğlu, bu kez, Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde düzenlediği bir resim sergisiyle karşımızda. Sergi, Tayfun Pirselimoğlu’nun kaleme aldığı bir öyküyle birlikte düzenlendi, serginin kitabı da benzer şekilde tasarlandı. Bu haliyle sergi bir “duvar” resimli romanı gibi. Resimlerde öyküde söz edilen kişileri ve olayları bulabiliyorsunuz.
Öykü sergiye, sanatçının izleyicileri içine sokmak istediği kapıyı açıyor. Bu resimler öyküsüz yayımlansa muhtemelen bambaşka bir sergi ortaya çıkabilirdi. Öykünün adı, serginin de adı olan “Felluce”. Bu ad, kuşkusuz, son yılların en dramatik olaylarının yaşandığı Felluce’yi çağrıştırıyor. Felluce, bombalarla çökertilen, cehenneme döndürülüp “cezalandırılan” bir kentin çaresiz insanlarının çırpınışlarıyla, her yandaki yaralılarla, ölülerle ve en fazla da ölü çocuk yüzleriyle hala hafızamızda taptaze. Öykü ve resimler isminin yarattığı bu doğrudan çağrışımlara karşın öykü ve resimler aynı şekilde açılmıyor günümüze. Pirselimoğlu, beklenenin tam tersine izleyiciyi hem bugün hem dün olan bir zamanda, fantastik bir dünyanın içine sokuyor. Bu noktadan sonra Pirselimoğlu’nun sergisini oluşturan, bir tür kara mizah başlıyor. Öykü ve resimler fantastik bir dünya içinde, inanılmaz kahramanlar ve yaratıklarla serüveni sürüklüyor. Sonunda kulağımızda kalan “Yedi Sekiz Melek Paşa’nın kanat hışırtısı”, çağcıl bir sanatçının çağının insanlık dramına bakışındaki derin humoru duyuruyor. Hepimizin televizyonlardan, basından görüp dinlediğimiz, giderek bir ölçüde kanıksadığımız ya da kasılıp kaldığımız bir insanlık dramına, bir sanatçı duyarlığıyla yeniden ve bambaşka bir gözle bakmamızı sağlıyor. Hepimizin kaderini, geleceğini etkileyen olayların, süreçlerin, görünürdeki tüm gerçekliklerine karşın arkalarındaki bütün akıldışılığı, hatta saçmalığı çok güçlü bir şekilde duyuruyor. Felluce, televizyonlardan kimimizin tepkisiz kimimizin tepkiyle izlediğimiz bir öykü değil artık bizim de öykümüz oluyor; Biz Felluce oluyoruz Felluce biz ya da tüm insanlık oluyor, evrenselleşiyor.
Tayfun Pirselimoğlu’nun resimleri bu öykünün sadece görüntüsünü oluşturmuyor, tam tersine, her birinin sanatsal yaratı değeri izleyicinin bu dünyaya daha derinden bir hissedişle, giderek daha evrenselleşen bir bakışla yeniden dönmesini sağlıyor.
Bu sergisinde Tayfun Pirselimoğlu yazar ve sinemacı olmasının kendisine kazandırdığı zenginlikleri, aslında asıl sanatı olan resimle birleştirdiğini söyleyebiliriz. Tayfun Pirselimoğlu’nun sergisinde resim ve öykünün tuhaf bir şekilde bütünleşmesi söz konusu; herhalde serginin çekiciliği ve çarpıcılığının sırrı da burada.